EREN DEVRİMCİ

Anasayfa Tedmed Network EREN DEVRİMCİ

EREN DEVRİMCİ

2009 MEZUNU

okuryazarfilmyapar

dRev

instagram: @erendevrimci

1_ Öncelikle bize TED İstanbul'dan sonraki eğitim hayatınızdan bahseder misin? İkinci olarak şimdi neler yaptığından.

“Bu dünyada ne yapabileceğimi soruyorsanız, bir sanatçı olarak cevabım: Yüksek sesle yaşamak için varım.” – Émile Zola

 

TED İstanbul Koleji’nden mezun olduğum sene İstanbul Üniversitesi’nde Sosyoloji okumaya başladım. Tiyatroya olan merakım sinemaya evrilmeye başlamıştı ve Türkiye Sinemasının iyi örnekleriyle o dönem karşılaştım. Hayatta kağıt ve kalemle kurduğum ilişki beni senaryo yazabileceğime dair bir inanca yöneltti fakat o dönem sektöre kelimenin tam anlamıyla yabancı olduğum için senaristin kamera, açı ve ışık bilmesi gerektiğini sanıyordum ve bu durum beni başlamaktan alıkoyuyordu. O günlerde tanıştığım bir sinema mezunu benim bu endişemi şu sözlerle giderdi: 

 

“İyi de onları da sen yazacaksan yönetmen ve görüntü yönetmeni ne yapacak?”

 

İlk eğitimim filmlerin kendileriydi pek tabi. İnternette Hollywood filmlerinin senaryolarını yayınlayan bir site keşfettim ve kimi filmleri elimde senaryosuyla eş zamanlı şekilde izledim.

Daha sonra çeşitli senaryo kitapları, senaryo yazma programları derken çoktan yazma denemelerime başlamıştım fakat yazdıklarımı okuyup yorumlayabilecek insanlar bulmakta güçlük çekiyordum. Üniversite sınav sisteminin değişmesiyle, Ege Üniversitesi Radyo TV Sinema bölümüne girdim. Artık senarist olmayı değil sinema sanatının hakkını vermeyi istiyordum. İzmir’de -tabiri caizse- okulumu sömürdüğüm çok bilinçli ve verimli üç buçuk sene geçirdikten sonra değişim programıyla gittiğim Atina Panteion Üniversitesi Medya Departmanı, algımı olumlu yönden farklı noktalara taşıdı. Fakülte dekanı o esnada çektiğim, mülteci çocukların eğitime erişimini sorgulayan belgesel filmi devam ettirebilmem için yardımcı olunca, oturumumu uzatarak bir sene kadar daha Atina’da çekimler yaptım. Belgeselin kendisinden çok daha önemlisi o süreçte yaşadığım deneyimlerdi. 

2017’de ortasında İstanbul’a döndüğümde, bir orta, üç kısa metraj kurmaca, bir orta metraj belgesel filmim ve onlarca da video denemem vardı.

 

Hayatımı televizyondan kazanmak istemediğimi biliyordum. Gönül verdiğim sinema ise para kazandıran cinsten değildi. Reklam sektöründe çalışarak hem yaşantımı hem de filmlerimi fonlayabileceğimi, ayrıca yazmaya vakit ayırabileceğimi anlayınca, iki sene boyunca çoğunluğu dijitalde yayınlanan projelerde işin büyüklüğüne göre reji asistanlığı, kurgu, metin yazarlığı ve yönetmenlik yaptım. Bu esnada kendi projelerime ve sinemacı arkadaşlarımın kısa filmlerine de hep vakit ayırdım. 

 

Ancak tüm dünyada olduğu gibi bende de beyaz perde algısı değişmeye başlamıştı. 

Evet, sinema hala çok güçlü ve cazibeliydi fakat dizi-film izlenen dijital platformların artışı, sosyal medyada yayınlanan işlerin günden güne daha kaliteli hale gelmesi, kendi sanatını icra edip bunu geniş kitlelere ulaştırabilmenin çekici bir alternatifi olmuştu. 

 

Ben de son bir senedir, motivasyonu para olmayan bir yaratıcılık sergileyebileceğim, kendi ürettiğim kurmaca konseptleri yayınladığım bir Youtube kanalı üzerinde çalışıyorum. Belli bir kitleye hitap etmeye başladıktan sonra markalarla özgün bir şekilde çalışma fikrinin beni cezbettiğini söyleyebilirim. 

 

“Bir dRev Yaratımı” olan Hiç Mi Yok Mu ? kanalı 13 Haziran 2020’den beridir online…

2_Tüm sanat dalları gibi sinema da çok güçlü bir ifade şekli. Çoğu zamanda sansure mazur kalanlardan. Bu durum kimi zaman yaratıcılığı tetiklediği söylenir. Senin için durum nedir?

“Sanat, rahatsız olanı rahatlatıp, rahatı yerinde olanı rahatsız etmelidir.” – Dr. Cesar A. Cruz

 

İran Sinemasında rejimin sansüründen sıyrılabilmek için zekice manevralar yapmış örnekler gördük. Örneğin rejim karşıtı olduğu iddiasıyla tutuklanan Jafar Panahi 20 yıl boyunca film yapması yasaklanmışken ev hapsi esnasında çektiği “Bu Bir Film Değil” adındaki filmi, bir kekin içerisindeki usb bellek ile Cannes Film Festivaline ulaştı. Ardından “Taksi Tahran” adındaki filmi taksi şoförlüğü yaparken müşterileri ve küçük yeğeni ile girdiği muhabbetlerden derlendi ve Berlinale’de Altın Ayı Ödülü’ne layık görüldü. 

 

Bilindiği üzere Türkiye Cumhuriyeti de son yıllarda sosyal ve politik alanların tamamında sansür uygulamalarını bir devlet stratejisi haline getirmiş durumda. Bu durumun medya ve sanat üzerindeki etkisi ise tartışılmaz halde. Son yıllarda karşıt duruş sergileyen başarılı yönetmenlerin büyük çoğunluğu Kültür Bakanlığı Sinema Fonları’ndan faydalanamadılar. Kendi devleti tarafından fonlanmayan bağımsız bir filmin perdeye taşınması için ihtiyaç duyulan meblağı bulabilmesi, özellikle genç yönetmenler için imkansıza yakın. Son dönemde örneklerden en çarpıcı olanları, Tolga Karaçelik’in Kelebekler filmine ve Emin Alper’in Kız Kardeşler filmine devlet desteği bulamamalarına karşın büyük uğraşlarla filmlerini fonlayıp Sundance ve Berlin Film Festivallerinde ana yarışmaya seçilmeleri ve Kelebekler filminin Büyük Jüri Ödülü’yle dönmesiydi. 

 

Geçtiğimiz yıllarda Türkiye Bağımsız Sinemasının aldığı darbelerden bir diğeri ise festivallerde gösteriminin yapılabilmesi için gereken “Eser İşletme Belgesi” kuralıdır. Böylelikle festivalleri ve seçici kurulu kontrol etmek yerine doğrudan filmi kontrol edebilecekler ve uygun sayılmayan filmler seyirci karşısına çıkamayacak. En azından devlet nezdinde, niyetin bu olduğunu anlamak güç değil. 

 

Bunun yanı sıra Türkiye sinemasının hafızası olarak nitelendirilebilecek Antalya Film Festivali Ulusal Yarışması, ödül alan muhalif yönetmen ve oyuncuların yaptığı konuşmalardan rahatsız olan merciler tarafından kaldırılmıştı. Neyse ki, uzun süren baskılar ve Antalya Belediyesindeki koltuk değişimleriyle, Ulusal Yarışma Antalya Film Festivaline geri döndü.

 

Bunlar sinemadan örnekler fakat sanatın her alanında baskı ve sansüre karşı bir mücadele mevcut. Basılan sergilerin, tehdit edilen aktivistlerin, fikir suçlarından hapse girmiş sanatçıların, memesi örtülen heykellerin hikayelerini hepimiz dinledik.

 

Kendi şahsi fikrimce sanat provokatif olmalıdır. Karşılaşılan eser, kişiyi sorgulamaya itmelidir.

Sanata karşı uygulanan istibdat politikası sonucunda günümüzde sanatçıların politik ya da cüretkar işlerini geri planda tutmak zorunda kalabildiklerini biliyoruz fakat bu durum onları üretmekten vazgeçirmiyor. Aksine, birikiyorlar… Biriktirdiklerini ürün haline getiriyorlar. Öyle ürünler ki, ya sansüre uğramayacak kadar zekice hazırlanıyorlar ya da paylaşılmak için zamanını bekliyorlar. 

 

Sanatın asıl derdi gösterenle değildir, gösterilenledir.

Sanatçılar böyle baskıcı dönemlerde, “işaret eden üzerinden asıl işaret edilenleri insanların zihninde inşa etmeyi” daha iyi mi başarıyorlar gerçekten bilmiyorum fakat çok iyi bildiğim başka bir şey var:

Bu kadar sanatçının veya eserin birikmişliği, günü geldiğinde bir devri kapatıp başka birini açacak kadar güçlü bir hareketin temelini çoktan oluşturmuş olacaktır.

 

Konuyu genelden özele indirerek kendi üzerimden örneklendirmem gerekirse; 

Bugüne kadar Sinema Genel Müdürlüğüne kısa film dalında yaptığım fon başvurularının tamamı reddedildi. Bu durumun, temelde iki sebebi olabilir: 

Birincisi, senaryolarım destek alan filmlerden daha iyi değildir.

İkincisi, seçici kurul soyadı Devrimci olan provokatif filmler yazan birine bütçe vermek istemiyordur.

 

Sebep ne olursa olsun, o filmleri yazma motivasyonuma dönüşen toplumsal olaylar, felsefi yaklaşımlar, kişisel deneyimler silinmedi. Aksine gün be gün birikerek artıyor ve yüzeye çıkacakları günü bekliyorlar.

3_Ürettiğin belgesel/film şeklindeki görselleri besleyen öbür disiplinler ya da gündelik uğraşlar neler?

Basitçe; işaret eden ve edilenin arasındaki bağlantıyı araştıran bir bilim dalı olan göstergebilim disiplinlerarasıdır ve sinemanın temelinde vardır. Postmodern bir yaklaşımla sinemanın metinlerarası bir sanat olduğunu da kabul edersek, sanırım bu sanatı icra etmek isteyen herhangi bir kimse sosyal bilimler ve edebiyat başta olmak üzere tüm bilimsel ve sanatsal dallardan beslenebilmektedir.

 

Benim için de durum pek farklı sayılmaz. Her insan bir hikayedir ya da her şeyin hikayesi birileri tarafından anlatılmak isteniyor olabilir. Bunu bilimle destekleyip edebiyatla süslemek gerekir.

4_ Filmleri televizyon ve sinema salonları yerine laptop veya telefonda izlediğimiz bir döneme girdik. Bu değişim sence sinemayı hangi şekillerde etkiliyor?

“Sanat akımları, dünyanın nereye gittiğini görmek için borsalar veya meclis oturumlarımdan çok daha iyi bir barometredir.” – Hendrik Willem Van Loon

 

Öncelikle sinema sektörünü daha sonra da online platformları anlamaya çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. Bir filmi perdede gösterebilmek -istisnai örnekleri kenara koyduğunda- gerek ekipman gerekse dağıtım aşamaları açısından her daim çok pahalı olmuştur. Ekipmanların ucuzlaması ve daha fazla insanın hikayesini görüntülerle anlatmak istemesi sektörel rekabeti arttırdı. Eş zamanlı olarak büyüyen dijital platformlar -özellikle Youtube- içerik üretmek isteyen gençleri bünyesinde toplamaya başladı. Televizyonun tahttan indirilmesiyle birlikte tüm medya devleri kendi internet yayını platformlarını oluşturup rekabete girdiler. Bugün geldiğimiz noktada artık en büyük festivallerde gösterilen filmlerden tutun, kapsamlı belgeseller, basit video serileri gibi bir çok iş; sinema ve televizyonları pas geçerek dijital platformlarla anlaşabiliyorlar.

 

Ben şahsen hala bazı filmlerin sinemada izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun sebebi, standartları tutturmuş bir sinema salonunun; seyirciyi filmin atmosferine çok daha iyi entegre edebilmesidir.

 

Fakat; artık pelikül (analog film) kullanımının çok azalması, iyi filmleri filtrelemenin zorlaşması, dağıtım sektörünün ipleri eline alması, sanat filmlerinin gösterilecek salon bulamıyor oluşu, sinemanın alışveriş merkezlerine hapsolması, internet üzerinden filmlere erişimin çok kolay hale gelmesi gibi çok bariz nedenler sinemanın ihtişamını gün be gün azaltmakta. 

 

Tabi ki, kısa vadede sinema salonlarının kapanmasını, festivallerin durmasını beklemiyoruz ama Martin Scorsese’nin filminin (The Irishman) telefon ekranından izlenmesini doğal karşıladığı bir dünyada, genç ve sektöre yabancı bir içerik üreticisinin “zamanını hangi ‘medium’a yatırarak kitlesini büyütebileceği” konusunda daha açık fikirli olması gerektiğini düşünüyorum. 

5_ Destek beklediğin ya da hayata geçirmek istediğin projeler neler?

Biri yürürlükte biri çekmecede olan iki projemi ve ilgili beklentilerimi paylaşmak isterim.

 

Şu anda çiçeği burnunda projem “Hiç Mi Yok Mu”nun Youtube çöplüğünden sıyrılarak kendi kitlesini yaratabilmesi için reklam bütçesine ve hali hazırda yazılmış özgün konseptlerimin devamını sağlayabilmek adına düşük bütçelere ihtiyacım var. Hiç Mi Yok Mu kanalı yatırımcı bir ortak bulduğu takdirde markalaşması hızlanacak ve sanatın reklamla kurduğu ilişki gereği gelir sağlayacaktır. 

 

Bir diğer projem, ‘Kadın’ın ontolojik ve metafiziksel statüsünün Modernizm bağlamına hapsedilmesine Postmodern bir tokat’ olarak nitelendirdiğim, sembolik okumalara fazlasıyla açık, doğaüstü gerilim janrına ait bir kısa film olan ‘Threesome’dır. 

Kültür Bakanlığı fonlarından faydalanamayan Threesome, dünyanın ileri gelen kısa film yarışmalarına katılabilecek şekilde çekilebilmek için yapımcı ve yatırımcılarını beklemektedir.

6_  TED İstanbul Ailesi'ne iletmek istediğin bir mesaj var mı?

Bir aile olarak birbirimizden daha fazla haberdar olup etkinliklere daha fazla katılım göstermemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu organizasyonlarda bizleri bir araya getirerek bağların güçlenmesi için emek harcayan TEDMED’e ayrıca teşekkür ediyorum. Umarım NETWORK platformu günden güne güçlenerek ve büyüyerek imrenilen bir ağ haline gelir. 

 “Hiç Mi Yok Mu” Youtube Kanalı

https://www.youtube.com/channel/UCBvPHptKtarc7h2KV3o1V-A

 

Drev Film Instagram Hesabı

instagram.com/drevfilm

 

Eren Devrimci Vimeo Sayfası

vimeo.com/erendevrimci